Jandarma Genel Komutanlığı Subay, Astsubay, Uzman Erbaş ve Memur Alımları. >>> TIKLAYINIZ <<<<
Jandarma Forum sayfasına hoşgeldiniz, sitemiz günden güne gelişmektedir. Amacımız doğru ve güncel bilgiyi paylaşmaktır. Sizlerde tecrübeli olduğunuz ve uzmanlaştığınız konularda paylaşım yaparak katkıda bulunabilirsiniz. Sitemiz nezdinde kurumları yada kişileri hedef alacak söylemler ile kurumlara ait Hizmete Özel, Gizli vb. dereceli evrakların paylaşımı yasaktır. Ayrıca kişi ve kurum ile ilgili forumda açık bilgiler paylaşılması yasaktır. Sitemizde paylaştığımız konularda alıntıladığımız bazı kanun maddelerinde konuyu incelediğiniz gün itibariyle ilgili kanun maddesinde tümüyle veya kısmi değişiklik yada tamamen hükmünü yitirmiş olabileceğini, dolayısı ile bu konulara göre hareket edilmemesi gerektiğini, paylaşılan bu konuların fikir edinilmesi amacıyla paylaşıldığını unutmayınız. jandarmaforum.com bu anlamda her hangi bir sorumluluk kabul etmemektedir. İyi Forumlar, Dileriz. Jandarma Forum Yönetimi.

Emir Verme

Kolluk personeli açısından önem arz eden makale ve dergi yazıları
Forum kuralları
Forumlarda soru sormak, bilgi danışmak yada bildiğiniz bir konuda paylaşım yaparak katkıda bulunmak için ve forumlardaki içeriklerden tam olarak faydalanmak/görüntülemek için ÜYE olmanız, üye iseniz ÜYE GİRİŞİ yapmanız gerekmektedir. Forumlarda kişi ve kurumlarla ilgili açık bilgiler paylaşmak yasaktır. Forumlarda şahısları hedef alan paylaşımlar yasaktır.
Jandarma Subay, Astsubay ve Uzman Erbaş Alımları 2023 yılı idari para cezaları Acil Yardım/İhbar/Danışma Hatları - Önemli Telefon Numaraları Mutluluğa Kurşun Sıkma SGRadyo Polis Radyosu Askeri ve Mesleki Tanımlar Askeri / Mesleki Nezaket ve Görgü Kuralları Trafik Cezaları Jandarma Telefon Rehberi GGM Adres ve Telefon Numaraları AMATEM Adres ve Telefon Numaraları
Kullanıcı avatarı
admin
Doğrulandı
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi
Mesajlar: 1783
Kayıt: 25 Mar 2019, 01:03
Konum: https://jandarmaforum.com
İletişim:
Durum: Çevrimdışı

Emir Verme

#1

Mesaj gönderen admin »

Yanlış emir veren Osmanlı’nın Sadrazamlarından Mahmut Nedim Paşa’nın başına geleni okuyalım:

“Sadrazam Mahmut Nedim Paşa, her nedense Padişahın başmabeyincisi/özel kalem müdürü Hurşit Bey’e darıldığından görevinden alınması hakkında kafasına göre Padişaha bir yazı yazdı. Zarfın üstünü mühürledikten sonra Hurşit Bey’in görmemesi için padişahın başkâtibi vasıtasıyla takdim olunmak üzere yaveri Abdülkerim Bey’e vererek saraya gönderdi.

Saray kaidelerine göre başmabeyinciye ‘Büyük bey’ denildiğinden Mahmut Nedim Paşa, ya bu tabirin mahalli kullanılışını yanlış belliyerek veyahut başkâtibe götür diyecek iken sürçü lisan olarak, verdiği zarfın ‘Büyük bey’e götürülmesini ve açıp okuduktan sonra padişaha takdim edilmesini kendisine söylemek üzere tembih etti. Yaver, Paşanın ifadesi veçhile büyük beye yani başmabeyinciye götürdü. Hurşit Bey zarfı açıp mazrufu okuyunca, ‘Lâ havle vela kuvvete illâ billâh’ dedikten sonra, ‘Oğlum! Sadrazam Hazretleri bu zarfı sana verirken ne buyurdular?’ diye sordu. Yaver de, ‘Al bunu, Büyük beye götür, açıp içindekini okuduktan sonra padişahımıza takdim etsinler’ dediğini söyledi. Hurşit Bey yazıyı bir daha okudu ve aynı suali tekrar etti. Yaver de evvelki cevabı verdi. Bu hâl üç defa tekerrür eyledi.

Yaver geri döndüğünde keyfiyeti Paşaya anlatınca, ‘Ne yaptın! Zarf başkâtibe gidecekti’ diye telaşla bağırıp çağırıp küplere bindi ise de iş işten geçmiş bulundu.

Bu hadise, o sırada Sadrazam Mahmut Nedim Paşa aleyhinde Sultan Abdülaziz’e vuku bulan şikâyet ve telkinlerin Başmabeyinci Hurşit Bey tarafından da teyit ve tasdikiyle onu görevden aldıracağım derken kendisinin sadrazamlıktan azline başlıca bir sebep teşkil etti.”

İşte böyle yanlış emir vermek bazen insanın görevden alınmasına bile sebep olabiliyor. Öyleyse emir vermek öyle basit bir iş değildir.

İdarede işler, birinin emretmesi ve diğerinin denileni yapması ile yürür. İş ve işlemleri yürütebilmek için insanlara laf anlatmak, söz geçirebilmek idarenin en zor taraflarındandır. Çalışanları düzene sokmak, her birine söz geçirmek, doğru olana bağlamak ve emirlerin yerine getirilmesini sağlamak, kuvvetli bir irade ve bir o kadar da maharet isteyen bir kabiliyettir.

Liderin Kitabı isimli eserimde emir vermeyi şöyle tarif etmişim: “Emir, yetkili amir tarafından göreve ait bir talep veya yasağın ast durumundaki kimseye sözle, yazı ile ve sair surette ifadesidir.”

İdarede kuraldır, “Verilen emir takip edilir; alınan emir yapılır.” Emirlerin yerine getirilmesi teşkilatın ve hiyerarşinin temeli, her görevde başarıya giden bütün yolların başı olan disiplin demektir. Emrin yerine getirilmemesi amirin otoritesizliğine delalet eder. Verilen emirlerin yerine getirilmediği teşkilatta otorite boşluğu var demektir.

Emir verme sanatı şu iki temel prensibe dayanır: Emredende olması gereken irade kuvveti ve emir alanın ruhunun keşfi.

“Emir almasını bilen emir vermesini de bilir”se; emir vermesini bilen sonuç almasını da bilir.

Adamların seçkin, kendin bıçkın, kılıcın keskin, emirlerin de geçkin olsun.

Bakınız “Emir verme” konusunda Alman Profesörü F. Wilhelm Foerster neler söylüyor;

“Hakikatte genel ve meslekî tahsilde emir verme sanatını öğreten bir meslek kolu yoktur. Emir verme tekniğinde anadan doğma dirayete, yahut şahsi tecrübelerimizden edindiğimiz bilgilere terkedilmiş bulunuyoruz. Esefle söyleyeyim ki, tatbikatçılar ve nazariyeciler bu problem üzerinde bugüne kadar çok az fikir yormuşlardır.

Askerî neşriyatta da emir verme pedagojisi hakkında yazılanların pek kısır olması garip değil midir? Hâlbuki, bütün askerlik mesleğinin verimi, kumanda tekniğine dayanmıyor mu? Yüksek mevkilerde bulunup da emir ve kumanda sanatının sadece sesteki enerjik tona bağlı olduğunu sananlar az değildir.”

Bu konunun devamını Truva Yayınlarından yeni piyasaya çıkmış olan “Liderin Kitabı” isimli kitabımdan özetleyerek anlatmak istiyorum. [*]

EMRİN ÖZELLİKLERİ

Emirler, genel veya özel olabilir. Sadece bir işin yapılması için emir verilirse bu özel emir olur. İşlerin daha süratli, verimli ve düzenli yapılması içinse genel emirler verilir. Bunlar da yayınlanan genelgelerde belirtilir.

Sözlü ve yazılı bir emrin özellikleri şöyledir:

Emirler açık ve anlaşılabilir olmalıdır. Dolambaçlı ve kapalı ifadeler kafa karıştırır. Dolayısıyla bir emrin ne zaman, nerede, nasıl ve kimler tarafından yapılacağı gibi unsurları açık ve net olarak belirtilmelidir. Bunlar belirtilmeli ki emrin muhatabı konuyu iyi anlasın.

Karışık ve belirsizlik taşıyan ifadeler çoğu zaman, yukarıdan aşağıya doğru silsile takip eden teşkilat yapısında en uç elemana varıncaya kadar yozlaşır. Ve sonunda sizin istediğinizin dışında bir iş yapılmış olur. O zaman da siz, ‘Kardeşim! Ben ne dedim siz ne yapmışsınız?’ demek zorunda kalırsınız.

En iyi emir, en kolay anlaşılan emirdir.

Emirler mümkün olduğu kadar kısa olmalıdır. Özellikle yazılı emirlerde uzun ve süslü ifadelerin anlaşılması güç olur. Emirden maksat işin yapılmasını sağlamaktır, yoksa felsefenin incelikleriyle ahkâm kesmek değildir. Bir emrin kısa olması kolayca anlaşılmasına, uzun olması ise müphemliğe yol açar.

Emirler kesin olmalıdır. Başka deyişle, emrin başı ve sonu belli olmalıdır. Nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan emirler emir alanı zor durumda bırakabilir.

Bir emrin amacı o emrin özüdür. Emir verirken özellikle emrin amacı açık ve net bir şekilde ortaya konmalıdır. İnsanları yanıltan ve yanlış yollara sevk eden emirler istenilen sonucun alınmasında sıkıntı doğurur.

Emir uygulanabilir olmalıdır. Uygulama kabiliyeti olmayan, afâki ve hayâli hususlar emrin konusu olamaz.

Bu konuda Kurtuluş Savaşı yıllarında Atatürk’ün başından geçen bir olayı kaynağından okuyalım:

Atatürk anlatıyor; “Verdiğim emirlere göre tedbirler alınıp gerekli uygulamalara geçilirken, Ordu Komutanı Nurettin Paşa yanımda duruyor ve durumu seyrediyordu. Bir aralık, Kolordu Komutanını benim yanımdan uzaklaştırarak bazı emirler vermeye kalkışmış… Kolordu Komutanı bu emirleri uygulanabilir nitelikte bulmamış; ordu komutanı ile kolordu komutanı arasında neredeyse saygısızca bir çatışma durumu ortaya çıkmış... Kemalettin Sami Paşa, Nurettin Paşa’nın yanından biraz sertçe bir muamele ile ayrılmış. Bu durumun farkına vardım. Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşa’yı yanıma çağırıp, sükûnet ve disiplini koruması gerektiğini söyledim. Daha sonra, yalnız olarak Ordu Komutanı Nurettin Paşa’yı çağırttım. Genel olarak bazı sorular sordum ve anlatmak istedim ki, kolordu komutanına verdiği emrin gerçekten de uygulanması mümkün değildir.

Komutanlar, emir vermiş olmak için emir vermezler. Gerekli, uygulanabilir olan hususları emrederler. Bir emir verirken, kendini, o emri yerine getirecek olanın yerine koymak ve emrin nasıl yerine getirilip uygulanacağını düşünmek ve bilmek gerekir.”

Düşünüp taşınmadan, hesapsız kitapsız emir verilmez. Rastgele bir emir vermektense hiç emir vermemek daha iyidir. Gelişigüzel verilen emir gelişigüzel yerine getirilir. Rastgele verdiği emrin peşine düşen amir, gülünç duruma düşer.

Verdiği emrin ne anlama geldiğini kendisi de anlamayan amir o emri derhal düzeltmelidir.

En kötü emir, sahibinin de anlamadığı laf kalabalığıdır.

Soğukkanlı olanlar daha sağlıklı emir verirler.

Napolyon için anlatılıyor;

“O, ben kendim şikâyet etmem’ der. Ve şu Orfeusvari sözü söyler;

‘Ben ya emrederim, ya da susarım.”

Tarihi kaynaklarda şöyle bir olay nakledilir:

“Fransa Kralı 16. Louis kendini şöyle anlatırdı; ‘Ben Tanrı’nın halkıma hediye ettiği bir hükümdarım. Hükmümün altındaki her kişi bana gözü kapalı itaat etmek zorundadır. Ben birine ‘Denize atla!’ emrini verince, hiç tereddütsüz suya atlamak zorundadır.’ Bu sırada Buise Dükü’nün koşarak kapıya yaklaştığını gören Kral bağırır:

- Nereye gidiyorsunuz Senyör?

Dük:

- Yüzme öğrenmeye Haşmetmaap!”

EMRİ ANLATMANIN ZORLUKLARI

Sözle verilen bir emri muhatabına anlatabilmenin çeşitli zorlukları vardır. Bilhassa uzunca anlatılması gereken durumlarda yanlış anlaşılmalar olabilir. İnsanların psikolojik yapıları sabit ve durağan olmayıp son derece karmaşıktır. Bunların içinde akıllısının, anlayışlısının, laf dinleyeninin yanında unutkanı, şaşkını, laf anlamazı da vardır. Ayrıca dengeli zihin yapısına sahip olanların da her anları bir olmayabilir. Yorgun, dalgın, sıkıntılı olduğu zamanları da olabilir.

Emir almak için bekleyen bu psikolojideki insanlar buna ilaveten, çok çeşitli zihinsel dürtülerin de etkisi altındadır. Bu insanlar değişik örflere, alışkanlıklara, korkulara, önceliklere ve olaylara farklı açıdan bakma gibi değişik mizaca sahip olabilirler.

O hâlde emir verilen maiyetin emri aldığı sıradaki ruh hâli önemlidir. Maiyetin kafası karmakarışıksa, gerilimli ve huzursuz bir hâldeyse o anda emir verilmemelidir. Böyle durumlarda emri alacak olan, emrin amacını ve ayrıntılarını kafasına yerleştiremeyecektir. Emir, ancak konuları anlayacak şekilde kendini hazırlamış insanlara verilmelidir. Ayrıca maiyetin, verilen emri tam olarak anladığına dair emri verene kanaat gelmelidir.

Emri alacak kişinin o andaki psikolojisinin emir almaya uygun olup olmadığı hususunda tereddüde düşüldüğünde; “Şu anda söyleyeceğim sözlere nüfuz edebilecek misin? Kafana yerleştirebilecek misin?” şeklinde sorular sorup ona göre hareket edilmesi daha uygundur.

Emri en iyi anlayanlar hassas ruhlu olanlardır.

Napolyon, “Yerinde ve zamanında istemesini bilen, daima dediğini yaptırır” demiş.

Emir verilen kişinin kültür seviyesi düşükse emri aşıp da amacından saptırmaması için bazen ne yapması gerektiğinin yanında, ne yapmaması gerektiğini de söylemek icabedebilir. Hatta bazen kültür seviyesi uygun olan kişiler bile amirine şirin görünmek için verilen emrin dışına çıkarak işgüzarlık edip amirin istemediği şeyleri de yapabilir ve bu şekilde işleri berbat edebilirler. Bu durumlara da dikkat edilmelidir. Ama emir fazlasıyla uygulandığında Ahmet Vefik Paşa gibi de yapmamak lazım herhâlde:

Kaynakta anlatıldığına göre; “Bursa Valisi olduğu sırada bir gün Ahmet Vefik Paşa Mudanya Kaymakamı’na, ‘Bursa yolunu falanca yere kadar ağaçlandır’ emrini vermiş.

Ormandan çıkan fideler çok geldiği için, ağaç dikim işi belirlenen yeri aşmış. Ahmet Vefik Paşa durumu incelemek için Mudanya’ya gittiği zaman, ağaç dikme işinin emir verdiği noktadan daha ilerisine gittiğini görünce, gösterdiği sınırı aşan fidanları söktürmüş.

Sebebini sordukları zaman, ‘Mudanya Kaymakamı verdiğim emri bu defa gereğinden çok yaptı, yarın da eksik yapabilir. Tamamını yapmaya alışmalıdır’ cevabını vermiş..!?”

EMRİN YAPILMASININ KURALLARI

Bir emrin yapılmasının da bazı kuralları vardır; alınan bir emrin aynen uygulanması esastır. Emirler emri alan tarafında değiştirilemez. Ancak, şartlar emri yapılamayacak bir hâle koymuşsa veya emir verilirken meçhul kalmış yeni durumlar ortaya çıkmışsa yahut da emrin yapılması büyük bir tehlikeyle ve ağır bir zararla sonuçlanacaksa amire bu durumlar anlatılarak yeni bir emir almak gerekir. Eğer amirden yeni emir alınmasına hâl ve zaman müsait değilse; emri alan kişi mesuliyeti üzerine alarak emri yeni vaziyete uygun şekilde değiştirerek yapabilir ve müsait olan ilk fırsatta da emri verene durumu bildirir.

Savaş, tabii afet gibi olağanüstü durumlarda bazen emirlerin kulak arkası edilmesi daha uygun olabilir. Zira böyle durumlarda öyle anlar olur ki, emredenin olay yerinden uzakta bulunması nedeniyle şartları tam olarak kestiremediğinden hatalı emir verebilir. Olaya yakın duran uygulayıcı, emrin apaçık hatalı olduğunu görürse ortama göre kendi karar verip uygulayabilir. Zira istisna teşkil eden böyle durumlarda içinde bulunulan şartlar emir komuta ilişkisini yok denecek seviyeye getirir. Müsait olan ilk fırsatta amire durum anlatıldığında, amir olan kişi durumu öğrenmekle emrinin aksine yapılan işin daha uygun olduğunu anlayacaktır.

Bu konuda Atatürk şöyle diyor;

“Her durumda ve her konuda talimat verenler o talimatı, uzakta ve özellikle talimat verenin içinde bulunmadığı şartlar altında uygulayan kimse arasında görüş ayrılığı olabilir. Esasta bir değişiklik yapılmamak şartıyla, durum gereğine göre idare edilir.”

Bir amirin verdiği emir yapılacakken daha üst makamdaki bir amirden bu emre muhalif ikinci bir emir alınırsa ne yapılacaktır?

Bu durumda ikinci emri verene önceki emir bildirilir. Eğer ikinci emri veren daha üst amir, kendi emrinde ısrar ederse bu emir uygulanır ve ilk emri veren amire bilgi verilir. Şayet daha üst amirden alınan emir bizzat kendisinden değil de dolaylı olarak ulaşmışsa ve önceki emri ona anlatmaya durum ve zaman da müsait değilse, vaziyete uygun olan emir kendi mesuliyeti dâhilinde yapılır ve durum daha sonra sıralı amirlere bildirilir.

Bir amirin talimatlarını doğrudan doğruya kendine bağlı maiyete vermesi esastır. Kesin mecburiyet olmadıkça kendinden iki veya daha fazla aşağı kademedeki görevlilere emir verilmemelidir. Bu tür emirler arada kalan amiri rahatsız eder. Böyle emirleri sık sık veren amirin teşkilatta otoritesi zaafa uğrar, itibarı da kalmaz.

Daha alt kademelerdeki makam sahipleriyle veya memurlarla muhatap olunması ve onlara emir verilmesi, aynı zamanda hiyerarşiyi de bozar. İlişkilerin karışmasına sebep olur. Buna rağmen bazen durum ve şartlar gereği ikinci ve daha alt kademedeki görevlilere emir vermek zorunda kalınabilir. Bu durumda emri veren Lider, emir verdiği ikinci kademedeki kişiye en kısa sürede durumu kendi amirine iletmesini söylemeyi de ihmal etmemelidir. Emir alan da ilk fırsatta kendi amirini bilgilendirmelidir.

EMİR VERMENİN USULÜ

Napolyon hakkında anlatılıyor:

“Adaleleri güçlü fakat sinirleri hassastır. Komut vermeye alışmış olduğu için, Onu zorlayan hiçbir şeye tahammül edemez. Eğer ceketi çok sıkıysa fırlatıp atar, keza ayakkabılarında en ufak bir sıkılık varsa da aynı şey olur. Böyle durumlarda hizmetkârlarının kulaklarını büker. Eğer merasim elbisesi giyecekse ceketini giymesine yardım ederken çok dikkatli olurlar. Zihni devamlı meşguldür; böyle anlarda kahvaltısını iter, sandalyesinden fırlar ve konuşarak, emirler yağdırarak geniş adımlarla gezinir. El yazısı, düşüncelerinin fırtına hızına ayak uyduramayan bir elin seri ve şiddetli kasılmasından ibarettir ki, bu bir nevi gayri iradi steno olup, birçok yeri yüzyıldır incelenmesine rağmen hâlâ deşifre edilememiştir.”

Emirler yüz ifadesi ciddi bir hâldeyken, anlaşılır bir tonla ve sese vurgu yapılarak verilmelidir. Zira emir verilirken takınılan vakar ve ciddiyet muhatapta sorumluluk hissi uyandırır.

Sarsılmaz ve bükülmez bir enerji ile verilen emir ruhlara burgu gibi nüfuz eder. Buna karşılık gayrı ciddi yüz ifadesi ve aynı tavırla verilen emir, gayrı ciddi yerine getirilir.

Emir vermede esas olan nokta insanlara söz geçirebilmek, onları etkileyebilmektir. İnsanların beyinleriyle birlikte kalplerini hatta ruhlarını kavrayan bir konuşma bir emirdir; ve en güzel emir de odur. Tarihte buna dair pek çok misal vardır.

Kendi ordusundan kat kat üstün Bizans Ordusunu yenerek Anadolu’nun kapısını Türklere açan Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın, Malazgirt Meydan Savaşına çıkarken askerlerine söylediği şu sözlerin, zaferin en büyük sebeplerinden biri olduğu söylenir:

“Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olurlarsa olsunlar, bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua ettikleri şu saatte kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur, gayeme ulaşırım; ya şehid olur Cennet’e giderim! Sizlerden beni takibetmeyi tercih edenler takibetsin, ayrılmayı tercih edenler gitsinler. Burada emreden sultan ve emredilen asker yoktur. Zira, bugün ben de ancak sizlerden biriyim, sizlerle birlikte savaşan gaziyim. Beni takibedenler ve nefislerini Yüce Allah’a adayanlardan şehit olanlar Cennet’e, sağ kalanlar ise ganimete kavuşacaklardır! Ayrılanları ahirette ateş; dünyada da alçaklık beklemektedir!” dedikten sonra, atının üzerinde beyazlara bürünmüş Sultan son söz olarak da, “Öldürülürsem kefenim budur!” der ve şiddetli bir nârayla ileri atılır.

Emirleri el, kol ve baş hareketleriyle desteklemek fertleri ve toplulukları harekete geçirmede işe yarar. Bilhassa savaşlarda komutanlar tarafından bu hareket çok yapılır. Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’un fethinde atını denize sürmesi ve eliyle ileriyi işaret etmesi vücut diliyle emir vermeye örnektir. Mustafa Kemal Atatürk’ün de Kurtuluş Savaşı sırasında verdiği taarruz emirlerini kolunu uzatarak işaret parmağıyla verdiği bilinmektedir.

Hatta bakın Napolyon emir verirken sadece ne yapmış;

“Mayıs ayında, Napolyon’un Milano’ya girişinden tam iki yıl sonra, dört yüz gemi Toulon’dan yelken açar. Josephine kocası Napolyon’a limandan el sallar. Ve bütün muazzam mekanizma Liderin bir baş işareti ile harekete geçer.”

EMİR VERİRKEN TEHDİT

Emirlerin yerine getirilebilmesini sağlamak için bazen içine tehditvari sözler yerleştiririz; “Falan işte de diğerleri gibi lakaytlık yaparsan ceza alacağını unutma” şeklindeki sözlerle emir verilenleri çalışmaya zorlarız.

Bir amirin verdiği emirleri yürütebilmesi, tehditlerini yerine getirmeye muktedir olmasına bağlıdır. Zaman zaman yapılan tehditlerden az da olsa bir kısmı uygulanmalıdır ki maiyet, emirlerin sonuna yerleştirilmiş tehditleri dikkate alsın.

Bakın Osmanlı’nın Paşası nasıl tehdit etmiş:

“Kaptanıderya Çengeloğlu Tahir Paşa, Rodos adasında Hristiyan halkı hükûmet aleyhine kışkırtan bir konsolosa adadan ayrılıp gitmesi için birkaç kere kibarca şöyle demiş:

- Size buranın havası yaramıyor…

Fakat konsolos bu söze hiç oralı olmayınca Paşa bu sefer şöyle konuşmuş:

- Siz beni beş yüz beş kuruş zarara sokacaksınız. Beş yüz kuruşa bir köle alacağım, sizi vurup öldürecek. Sonra beş kuruşa da bir ip alıp köleyi asacağım.

Bu söz üzerine konsolos, pılıyı pırtıyı topladığı gibi hemen adadan ayrılmış.”

Emrindekileri olur olmaz yerde tehdit edip bunları da hiçbir zaman yerine getirmeyen amirin emirleri bir müddet sonra uygulanmaz olur. O ne kadar esip savursa da herkes bildiğini yapar. Böyle bir durumda onun tehditleri palavra, emirleri de nasihat yerine geçer. Tehditlerini yerine getiremediğini görenler onu söyleyene üfürükçü derler. Esasen insanlar nazik sözlerden ve nasihatten anlasalardı tehdit etmeye gerek kalmazdı.

Bir amir daima emirlerini infaz ettirmeye muktedir olmalıdır. Emirleri yerine getirilmeyen amir, amir olmaktan çıkmış demektir. Talimatlarını uygulatamayan amir, hiyerarşide emrindekilerle aynı seviyeye gelmiş sayılır. Daha da ilerisi, söz konusu amir emrindekilerden daha liyakatsiz, bilgisiz ve âcizse emir alan durumuna dahi düşebilir. Bu durumda uyanık bir maiyet, hile ve kurnazlıkla süslenmiş çeşitli söyleyiş şekilleriyle amirine emir bile verebilir. Bunun farkına varamayan amirse amirlik yaptığını zanneder.

“Eser ama yağmaz” misali emirlerin infaz ettirilememesi idarede laçkalığa yol açar. Böyle bir durumda büyük küçük her memur istediğini yapmakta serbest kalır. Herkes görevinin değil şahsi menfaatlerinin peşinden koşmaya başlar. İradesi zayıf ve gevşek amir emirlerini infaz ettiremez.

Emirlerini uygulatamayan amir, memur sayılır.

Emir veren kişinin evvela kendisi, emir verdiklerine güven veren bir şahsiyete sahip olması gerekir. Herkes bilmelidir ki emreden amir, gevşek, kaypak, yalancı ve sorumsuz biri değildir. Olgun ve güvenilir amirinden emir almaya gelen maiyet kendini taa baştan emri uygulamaya hazır hisseder. Ve böyle durumlarda bir emir hiç bir zaman iki defa tekrarlanmaz.

Saygı duyulan ve kendisine boyun eğilen amirin gözdağı vermesine ihtiyaç yoktur. Ciddi tavırlar ve etkileyici bakışlar birer emirdir. Bunun için bir İsveç atasözünde “Kuvvetlinin ricası emir gibi gürler” denmiş.

Ortama göre fikir değiştiren, palavracı, güvensiz ve dengesiz amirin verdiği emirler onun istediği şekilde değil emri alanın istediği şekilde yerine getirilir.

Her amirin kendi üstlerine karşı tam bir sorumluluğu olduğu gibi emir verdiği insanlar üzerinde de tam bir otoritesi olmalıdır. Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir bir şahsiyete sahip devlet adamı söz geçirme iradesi bakımından en üst seviyeye ulaşır.

Napolyon’un bu yönü ile ilgili anlatılanları okuyalım:

“Adamın kudreti, temas ettiği herkesi etkiliyordu... Davranışları hâlâ kimi zaman hantal ve kaba olabiliyordu, fakat tabiatında, bakışlarında ve konuşmasında nüfuz edilemeyen bir özellik vardı. Herkes emirlerine uyardı. Kamu önünde, bu izlenimi arttırmak için özel bir gayret sarfederdi. Diğer yandan özel hayatında rahat, sempatik ve hatta güvenilir bir sırdaştı.

Genç bir teğmen olarak, genç bir general olarak, hiçbir zaman lütuf istememişti; isteyemezdi; çünkü sadece komuta etmesini biliyordu. Krallara bile bir komutan edasıyla yazıyordu ve ‘lütfen’ kelimesi son on yıl boyunca dudaklarından sadece iki kere çıkmıştı; ilki Papa’dan Onu imparator olarak kutsamasını istediğinde, ikincisi de Habsburg Hanedanı’ndan Francis’in kızıyla evlenmek için istirhamda bulunduğunda.”

Bazıları vardır ne laftan sözden anlarlar ne emirden talimattan. Böyleleri tabanca ile sözünü yürüten emirden başka emre itaat etmeyenler gibi gereğine göre verilmiş emirleri kulak arkası ederler. Onlar için sadece bir kanun geçerlidir: Bıçak ve sopa kanunu!..

İşte Osmanlı’nın Bakanlarından Cemal Paşa’nın kanunu:

“Birinci Dünya Savaşı içindeyiz… Cemal Paşa, hem Bahriye Nazırı/Denizcilik Bakanı, hem de Dördüncü Ordu Kumandanı… Dördüncü Ordu, bütün Hicaz Kıtası’nın savunmasını üzerine almıştır. Bu alan, bugünkü Cumhuriyet sınırlarımızdan çok geniştir. Yol yok, araç yetersiz, imkânlar kıt!.. Cemal Paşa, beraberinde kurmay başkanı, bayındırlık müdürü ve diğer ilgililer olduğu hâlde ana yolların yapımını teftiş ediyor. Görüyor ki yapılanlar yetersiz, çok yavaş gidiyor ve yıllar sürecek… Bayındırlık Müdürü’ne ana yolun bir an önce tamamlanması için ihtiyaçlarını soruyor. Mühendis şu cevabı veriyor:

- Bu yol, iki seneden önce bitirilemez efendim.

Cemal Paşa şöyle bir düşünüyor ve soruyor:

- Bu yol için kum, taş, amele kullanıyorsunuz. Amelelerin ellerinde de birer kürek ve kazma var. Saha görüyorsunuz ki kumsal ve düz… Arıza yok. Öyle değil mi?

Bayındırlık Müdür’ü müspet cevap verince, Cemal Paşa, Yaver Nusret Bey’e dönüyor:

- Bu emrimi not ediniz: Beyefendiye nihayet on güne kadar şimdiki kullandığı amelenin dört mislini temin edeceksiniz, dört misli de nakil vasıtası… İki senede biteceğini söylediği bu yol böylelikle dörtte bir zamanda, yani altı ayda bitmesi icap eder. Bu temin edeceğiniz vasıtadan ayrı olarak, kendisine bir de darağacı hediye edeceksiniz. İstediği amele ve vasıtalara sahip olarak işe başlamasından altı ay sonunda yol tamamlanmamış olursa bu darağacını son yapım noktasına kendi eliyle kuracak ve ben de kendi elimle Beyefendiyi bu darağacına asacağım!

Ve, Cemal Paşa, hiç cevap beklemeden yürür gider…

Tabiî sonucu merak etmişsinizdir. Altıncı değil, dördüncü ayın sonunda yol tamamlanır!..”

KÖTÜ EMİR

Özel şartların gerektirdiği durumlar hariç emirler, nezaket kuralları dâhilinde iyilik ve güzellikle söylenmelidir. Kötü ve hakaretamiz sözlerle verilen emir, maiyeti kırar. Emir verirken maiyete değer veren, onun gururunu okşayan sözler tercih edilmelidir. “Şu işi şöyle yap” değil de, “Şu işi şöyle yapalım” demek gibi. Bazılarının yaptığı gibi, makamın arkasına sığınıp, “İş dediğim gibi olmazsa çıranı yakarım.” “Kemiklerini kırarım.” yahut “Çanına ot tıkarım.” gibi sözler amiri küçültür.

Sadece vahim durumlara sebebiyet verecek tehlikeli ve kritik zamanlarda nezaket kurallarının dışına çıkan sert ifadeler kullanılabilir. İstisna teşkil eden böyle acil ve hayati konularda kullanılan çarpıcı ve dikkat çekici ifadeler emrin yerine getirilmesini çabuklaştırmada işe yarar.

İnsanları yönlendirenler, insanların karakterine göre davranmalı, emir ve komuta ilişkisinde fertlerin şeref ve haysiyet duygularını zedelememeye dikkat etmelidirler.

İnsanlara güzel muamele eden bir amir, emri de güzelce verir.

Şimdi şu komutanla ilgili anlatılanları okuyun:

“Bir komutan olarak yirmi yıl içinde on defa başka yerlere tayin edildi ve çeşitli görevlerde bulundu. Her gittiği yerde nefret topladı. Özellikle emri altında çalışan komutanları ondan hiç mi hiç hoşlanmazlardı. Emrindeki komutanlarından biri şöyle söylemişti:

- Ondan yalnız hoşlanmamakla kalmıyorum, hergeleden nefret ediyorum!

‘Kan ve cesaret’ lakabı, kişiliğindeki sert yaradılışı ortaya koyuyordu. Yabanıl ve halktan bir kişiydi. Adamlarına küfürle hitabeder; konuşmalarında “Allah’ın belası” ve “hergele” sözü hiç eksik olmazdı.”

Evet, bu anlatılan komutan Amerikalı meşhur General Patton’du.

İtalyan Lider Mussolini’nin bu konudaki uygulaması için de şöyle denir;

“Bazı faşistler uygulanan aşırı şiddete karşı çıkıyor ancak Mussolini onları da sindiriyordu. Mussolini’ye göre insanlar ancak korktukları kişiye itaat ederlerdi.”

İnsanların izzeti nefisleriyle oynayarak emir verenler aynı muamele kendilerine yapılsaydı memnun olurlar mıydı? O hâlde kural şu olmalı: Sana amirlerinin nasıl emir vermesini istiyorsan sen de emrindekilere öyle emir ver.

Ast üst ilişkisinde sorumluluk bir bütündür. Yazılı da olsa sözlü de olsa herhangi bir emri veren amir, o işte kendi sorumluluğunun da bulunduğunu bilir. O hâlde sorumluluk tamamen emir alana yıkılarak emir verilmez. Anlaşılması zor ve hassas konularda emredenler o işte kendi sorumluluklarının da bulunduğunu yazıyla veya sözle teyit etmelidirler.

Emekli Valilerden Mehmet Aldan, başından geçen bir olayı şöyle anlatır:

“Kırklareli Valiliğinde göreve başladığım günlerdeydi. Millî Eğitim Müdürlüğünden bir yetkili Valilik onayını gerektiren bir yazı getirmişti. Evrakı inceledikten ve ek bilgiyi aldıktan sonra yazıyı onayladım. Memur dosyayı alırken bir ara durakladı.

- Bir şey mi var? diye sordum.

- Efendim, eski Valimiz ‘Olur’ yazısının önüne, kendi el yazısıyla ‘Kanuni sakınca yoksa’ ibaresini kordu da!..

Bu cevap karşısında çok şaşırdım. Bir işlemde, bir tasarrufta kanuni sakınca olup olmadığını, İl’de vali dışında kim inceleyecek, buna kim karar verecekti? Şartlı bir onay, şüphesiz hukuki bir dayanaktan yoksundu, geçersizdi.

Memurun söylediğine inanmak istemedim, ‘Bir örnek gösterebilir misiniz?’ dediğim zaman, hemen bir dosya getirdi. Dosyayı açtım. Gerçekten Valinin onay yerindeki imzanın üstünde şu ibare okunuyordu: ‘Kanuni sakınca yoksa’ Olur”

İdarede kanunsuz emir verilmez. Ancak maiyet, üstünden aldığı bir emrin kanunsuz olduğu kanaatinde ise bu emri yerine getirmez ve durumu derhal emri verene bildirir. Ancak üstü, emrinde ısrar eder ve bu emri yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir. Bu durumda emrin sorumluluğu tamamen emir verende kalır. Buna idarede deruhte-i mesuliyet yani mesuliyetin üzerine alınması denir.

Eğer kendi kanaatini emri verene bildirmek için hâl ve şartlar müsait değilse o takdirde iyi düşünmek icap eder. Bu sırada yakında bulunanlara danışıp görüşmek de fayda getirir.

Böyle durumlarda şöyle düşünülmelidir: Bana göre kanunsuz olan bu emri yapmazsam amirim ne der, yaparsam nasıl bir zarar görürüm? Buna karşılık yapacağım işin idareye faydası ne kadardır? İşte bunlar değerlendirilir ve eğer yapılacak işin faydası büyükse emri yerine getirmemiz daha uygun düşer. Zira idarede emre itaat ve otorite esastır. Emirlere sık sık yapılan itirazlar idareyi işlemez hâle koyar. Buna karşılık yapılacak işin fazla bir faydası yoksa o iş yapılmaz ve durum amirle irtibat kurulduğu ilk fırsatta kendisine izah edilir.

Bu konuda Atatürk, “Benim her emrim yapılır, çünkü benden yapılmayacak emirler sadır olmaz” diyor.

Konusu suç teşkil eden emir verilmez; verilse de hiçbir surette yerine getirilmez. Böyle bir durumda emri veren de yerine getiren de sorumluluktan kurtulamaz.

Kötülüğü emretmek, emir değil küfürdür. Muhatabın ne tip insan olursa olsun daima iyilikle emret.

Nefsine hâkim olan insan, içinde kötülük taşıyan emir vermez.

İçinde kötülük olan emir, vereni de uygulayanı da yakar.

Bakınız, İkinci Dünya Savaşının başladığı sırada, Amerikalı General Patton subaylarına nasıl emir vermiş?

“General Patton savaşa katılma emrini aldı. 16 Mart gecesi Patton, subaylarını az aydınlatılmış bürosunda topladı. Kendisinin deyimiyle, suratına bir general ya da savaş ifadesi vererek subaylarına baktı ve tiz sesiyle, otoriter bir tavırla konuştu:

-Arkadaşlar, yarın savaşa katılıyoruz. Eğer başarılı olamazsak, kimseyi sağ olarak geri çevirmeyin!

Subaylar şaşkınlıkla komutanlarına baktılar. O an için Patton, onların gözünde Ondokuzuncu Yüzyıl’dan gelme biriydi. Generaller artık böyle konuşmalar yapamazlardı. General Patton’un toplantıdan ayrılmasından sonra subayların şaşkınlığı hâlâ geçmemişti.

Bölük Komutanı Yüzbaşı Bessman, Kolordu Komutanı Albay Askers’e sordu:

- Bu adama ne dersin?

- Ne diyebilirim ki? Ama garip bir kişi olduğu gerçek!

Subayları, kendilerini ilk defa savaşa sokacak olan 58 yaşındaki komutanları üzerinde tartışırlarken; Patton, küçük ve dağınık odasındaki karyolasının önünde diz çökmüş Tanrı’ya dua ediyordu.”

Bu konuyu, “Liderin Kitabı” isimli eserimin Emir Verme bölümünün sonuna yazdığım veciz sözlerimden bir kısmını buraya alarak bitirmek istiyorum:

Karmakarışık yazılı emrin, arkasından yazılı açıklaması gelir.

Ahmak amirin akıllı memura verdiği emir, memurun istediği gibi yapılır.

Akıllı amirin ahmak memura verdiği emir, ikisinin de istediği gibi olmaz.

Akıllı amir, aptal memuruna verdiği emri takip eder; ahmak amirse neyi takip edeceğini bilemez.

Yerine göre, bir duruş, bir çatık kaş çok şey anlatır.

Üç defadan fazla tekrar edilen emir, emir olmaktan çıkar, sohbete dönüşür.

Bir emrin tam olarak anlaşılması, o işin yarı yarıya yapılması demektir; bir emrin yarım anlaşılması ise o işin hiç yapılamaması demektir.

Teşvik, talimatın içinde gizlidir.

Mert amirin verdiği emir sert olur; ama kaypak olanınki dert olur.

Çabuk sinirlenen amir, kendini tutarsa ne âlâ; tutamaz da emrederse, düşer belaya.

Heveslerinin esiri olmuş bir amirin, emirlerinin çoğu hayaldir.

Emirler, insanları küçümseyen amirin hor görme aletidir.

Zorba ve zalim amirden emir alan, emrin belli bir yüzdesini uygulamasın.

Emrindekileri birbirine düşürmek isteyen amir, alçalıp yükselen sesle, her iki tarafa da dolaşık emir verir.

Emrindekileri birbirine düşürmek isteyen amirin emri; ağzından çıkan değil kafasından geçirdiğidir.

Fitneci amirin emrindekilere verdiği talimatlar, köpeklere atılan top gibidir.

Acele verilen emirde eksiklik ihtimali çoktur.

Aceleci amir akıllıysa, aceleyle verdiği emri acele düzeltir; aptalsa inatla uygulamaya çalışır.

Asık suratlı adamın yanlış emri doğru zannedilir.

Dikkat et! Unutkan amirin, emrinin başı ile sonu farklı olabilir.

Unutkan amire verdiği emri ara sıra hatırlat.

Ne yapacağı belli olmayan amirin, ne emredeceği de belli olmaz.

Tartışmacı memur, itiraz etmeden emir almaz.

Çok hassas olana emir verirken kelimeleri seç de konuş.

Huysuz memur, her emirden bir huysuzluk çıkarır.

Adam kullanmayı seven amir, durmadan emir üretir.

Adam kullanmayı seven amir, bir iş için on defa emir verir.

Patavatsız amir, gizli verilmesi gereken emirleri başkalarının yanında söyler.

Dengesiz ve dangalak amirin verdiği emirlerin içinden bir kurul dahi çıkamaz.

Yeni makama gelmiş ne oldum delisi, emir vermeye bayılır.

Dik kafalıya yüksek perdeden emir ver.

Mankafalıya emredeceğin işi kendin yap daha iyi.

Ukalaya vereceğin talimat, o anda sana verilen talimat olarak geri döner.

Aptal ve budalaya emir vereceğim diye uğraşma, yardımcına söyle o anlatsın.

Hayalci amir, mucizeyi iş olarak emreder.

Lom sözlü birine emir verirsen, işin ortasında cevabını alırsın.

Bilgiç memur, senin verdiğin emrin ne anlama geldiğini sana öğretmeye kalkar.

Gaddar amirin gülüşü, emir yerine geçer.

Pısırık amirin en sert emri, sohbet zannedilir.

Laf anlamaza emir vermek, eşeğe et vermek gibidir.

Sorumluluğun emir verilene yıkılarak iş yapılması devlet teşkilatında değil mafya teşkilatlarında olur.

Kendinden emin kara cahil, anlamadığı emre anladım der, işi de kendi bildiği gibi yapar.

kaynak
[*] Recep Muhlis GÜR-Mülkiye Başmüfettişi,Liderin Kitabı, Truva Yayınları, 439/2014

Recep Muhlis GÜR - Mülkiye Başmüfettişi
kaynak : Çağın Polisi Dergisi

Bağlantı:
BBcode:
HTML:
Mesaj bağlantılarını gizle
Mesaj bağlantılarını göster
Boraca
JF Üyesi
JF Üyesi
Mesajlar: 2
Kayıt: 04 Tem 2020, 08:36
Meslek: Teğmen
Durum: Çevrimdışı

Re: Emir Verme

#2

Mesaj gönderen Boraca »

Çok faydalı bir yazı, teşekkürler

Bağlantı:
BBcode:
HTML:
Mesaj bağlantılarını gizle
Mesaj bağlantılarını göster
Cevapla Önceki başlıkSonraki başlık

Bir hesap oluşturun veya forumda sizde soru sormak, fikir beyan etmek için oturum açın

Forumda yeni konu açmak veya soru sormak için üye olmanız gerekmektedir

Bir hesap oluştur

Üye değil misiniz? topluluğumuza katılmak için kaydolun
Üyeler kendi konularını başlatabilir ve konulara abone olabilir
Ücretsizdir ve sadece bir kaç dakika sürer

Kayıt

Oturum aç

  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

“Makaleler / Dergi Yazıları” sayfasına dön